Mimarlık
“Türkiye’deki birçok mimari okuldan mezun olanların büyük bir çoğunluğunun yaptığı cephe mimarlığıdır”
RETA Mimarlık’ın ortaklarından ve mesleğin duayenlerinden Taner Gültekin’le bir söyleşi gerçekleştirdik. Sizleri, Taner Bey’in samimi üslubuyla sektörün durumunun yanı sıra hayata dair de pek çok konuya değindiği bu keyifli söyleşiyle baş başa bırakıyoruz.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1983 yılında, Tatbiki Güzel Sanatlar/Marmara Üniversitesi’nden mezun oldum. Bauhaus ekolüyle eğitim veren, aynı zamanda da Almanların çok önemli bir kurumunun üyesi olma şansını yakaladım; bize öğretilen, diğer okullardan farklı olarak sanatı sanat için yapan değil de sanatı toplum için yapan bir ekoldü.
Üniversiteyi bitirdikten sonra, piyasadaki çalışma deneyimleri içerisinde mesleki açıdan bazı sorumluluklarım olduğunu hissettim. Hem mesleki tecrübemin ilerlemiş olması hem de mesleğe olan saygımdan ve tabii mesleğin bazı problemlerinden dolayı TMMOB’a bağlı İç Mimarlar Odası İstanbul Şube başkanlığını seçimle üstlendim. Bu görevi 5-6 seneye varan bir süreçte yürütmeye gayret ettim. Meslektaşlarımızın önlerini açabilmek amaçlı, meslekten olmayanların mesleği yapmamaları gerektiği ve aynı zamanda da meslek etiği anlamında da bazı önemli kararların alınmasında katkılarım oldu.
Firmanızın tarihçesinden bahseder misiniz?
Önce okul arkadaşım sonra da hayat arkadaşım olan eşim Reyhan Gültekin’le birlikte, kısa bir piyasa deneyiminden sonra, Reyhan ve Taner Gültekin İç Mimarlık Tasarım Ofisi’ni kurduk. Sonra yıllar içinde, özellikle yurt dışı bağlantılarında ismimizin uzun olması sorun yaratmaya başlayınca, firmamızın adını baş harflerden
hareketle RETA’ya dönüştürdük. Uzun geçmişe sahip bir firma olarak dönem dönem yenilenme çalışmalarımız oldu ve süreç içerisinde mühendislik ve mimarlık birimlerini de ekledik bünyemize. Yaklaşık 15 senedir RETA Mimarlık Mühendislik Dekorasyon ve İnşaat olarak yolumuza devam ediyoruz.
Firmanız sektöre hangi hizmetleri veriyor? Yer aldığınız projelerden bahsedebilir misiniz?
Biz genellikle müzeler yapıyoruz, gerek Türkiye’de gerekse yurt dışında -buna İtalya da dâhil- pek çok ülkede müze çalışmaları yaptık. Bu müzelerde, anahtar teslimi diye tabir edeceğimiz proje + uygulama, yani grafik tasarımından başlayıp, o müzenin içerisindeki ses düzenleri, özel birtakım efektler ve duvarlarda yer alacak butafor öğelere kadar bütün organizasyonunu yaptık. Cumhuriyet’in 75. yılı kutlamaları çerçevesinde Balmumcu’daki Darphane Müzesi’ni yaptık. Eski bir yapının içerisinde Osmanlı para ve madalyonlarının sergilendiği çok başarılı bir çalışma oldu. İlk profesyonel müze çalışmamız bu önemli projeyle başladı.
Daha sonra Libya, Tripoli’deki, Libya halk cemahiriyesinin tarihinden oluşan bir müze yapılması istendi. Bunun için Türkiye’den ve başka yerlerden iç mimarlar Libya’ya davet edildi. Bir seçim yapıldı, bizim yaptığımız projeler kabul edildi ve biz o projeye başladık. Uzun soluklu bir projeydi. Bu projeyi savaştan önce tamamladık.
Sonrasında Roma’dan bir teklif geldi. Roma Libya Academia’nın, o dönemin İtalya başbakanı Silvio Berlusconi’nin de açılışına katıldığı bu projeyi çok kısa bir sürede hayata geçirdik.
Avrupa Birliği’nin mimarlara verdigi engelliler için yeterlilik unvanına sahibiz. Buna sahip olabilmek için, Amerika da dâhil olmak üzere birçok ülkede yapılan çalışmaları da izleyerek mesleki çalışmalar yaptık ve bunun sonunda da hem o kazanımı elde ettik hem de sonrasında Ayasofya ve Topkapı müzelerinin engelli projelerini yaptık.
Daha sonra bir Lale Müzesi konseptini hayata geçirdik. Emirgan’daki lale bahçelerinin yanında eskiden çöplük olan bir binayı güncelleyerek, içeride grafik anlatımlarla, maketlerle ve benzeri birtakım uygulamalarla Lale Müzesi konseptini oluşturduk. Dünyanın ikinci, hatta bazı noktalardan birinci Lale Müzesi’ni oluşturmuş olduk ki bu bize başka bir mesleki prestij de sağladı.
Harbiye Askeri Müzesi’ndeki Kore Savaşları, Kıbrıs Savaşı ve TSK’nın barış dönemindeki faaliyetleri temalı salonları yaptık.
Sessizlikte Diyalog Müzesi’nin ve Çapa Çocuk Polikliniği’nin tasarımlarını sosyal sorumluluk projeleri kapsamında yaptık.
Şu anda Elektrik ve Elektronik Müzesi’nin projeleri üzerinde çalışıyoruz.
Pek çok otel/hastahane ve fabrika projesini de hayata geçirdik.
“Yeşil fabrikalar” konusunda neler söylersiniz?
Yeşil fabrikalar, özellikle kendi enerjisini sağlaması, atık maddelerinin çevreyi kirletmemesi konusunda tedbirler alınarak yapılan fabrikalardır. Burada fabrikanın konsepti çok önemli. Eğer kimyasal ürünler üreten bir fabrikaysa bu, atık maddeler için olmazsa olmaz birtakım çözümler var. Yeşil fabrikalarda özellikle güneş enerjisinden istifade etmek, güneş, rüzgâr ve denizlerdeki dalga salınımından enerji elde edip enerjilerin geri kazanımını sağlamak, yer altı termal su kaynaklarından istifade etmek önem kazanmaktadır. Plastiğin doğada kaybolmasının zorluğundan dolayı bunların parçalanarak geri dönüşüm sağlanması yöntemini bile müşterilerimize öneriyoruz.
Sadece fabrikalarda değil, evlerde de bizim yaptığımız ve uyguladığımız geri dönüşüm projeleri var. Son olarak, Ankara’da yaptığımız bir projede, “akıllı ev” konsepti oluşturduk. Aslında müzelerde de akıllı sistemleri yani smart sistem dediğimiz sistemleri kullanıyoruz. Bu akıllı evde de rüzgâr enerjisinden, güneş enerjisinden istifade edilerek bu alanda ciddi bir tasarrufa gidildi. İnsanın “varlık” diye tabir edildiği bir sistem vardır. Bu “varlık” yani insan evin içerisinde dolaşırken, hem müzik onu takip ediyor hem de ışık ona göre ayarlanıyor. Yani siz soft bir müzik ayarladıysanız o müzik sizi özel olarak takip ediyor, siz geçtikten sonra kapanıyor.
Güneş enerjisini kullanmak tabii ki çok önemli. Güneşin koruyucu etkileri olmakla birlikte, yıpratıcı etkileri de çok fazla. Güneşin zararlı ışınlarından etkilenmemek için birtakım önlemler alınabiliyor. Bunlardan biri, kullanılacak bölgeye göre, camlarda ultraviyole ışın kırıcı kullanmaktır. Gökyüzündeki atmosferin aşınma ve ozon tabakasının incelmesine bağlı olarak bu ışınlar farklı açılarda ve şekillerde gelmekte. İklim değişiklikleri sonucu çölleşme, kuraklık vs. görülüyor. Bu bağlamda güneşin zararlı ışınlarından korunması gerekiyor yaşam mekânlarının. Eskiden reflekte diye tarif ettiğimiz güneş kırıcıları vardı ama artık onlar kullanılmıyor. O şekilde kırılan ışını başka bir yere yansıtıyorsunuz ve başka yerleri UV ışınlara boğuyordunuz.
Güneş filmi yarar sağlayabilir mi?
Güneş filmleri yararlı oluyor ama onların da ömürleri çok sınırlı. Bunun yerine, iki cam arasına, ışığı ne kadar içeri almak istediğinize bağlı olarak, akıllı yani smart sistem dediğimiz sistemleri uyguluyoruz. Bu sistemler güneşin hangi mevsimde hangi açıyla geldiğini hesaplayaraktan ayarlamalar yapabiliyor. Bu mantıkla akıllı seralar yapılabiliyor, konutlardaki ısıtmaya yardımcı olunabiliniyor ki böylece yakıt tasarrufuna katkı sağlanıyor. Eskiden suyu ısıtmak için kullanılan güneş kollektörleri vardı, hâlâ da var. Suyu, belli bir sıcaklığa getirip ısıtma kazanlarına göndermek suretiyle gerek kaloriferlerde gerek banyoda, konfor suyu olarak kullanılabiliyor bu sistemde. Bunun dışında bu enerjilerin biriktirilebileceği aküler olmalı. Rüzgâr veya güneş enerjisini biriktirip komşularınıza satabilirsiniz. Bu ekstra bir gelir kaynağıdır.
Mesela İtalya’daki Katalan belediyesiyle bir geri dönüşüm çalışması yaptık. Burada havaalanı gibi büyük alanlarda ayrıştırılmış çöplerin ne şekilde kullanılması gerektiğine yönelik bir çalışmaydı bu.
Müşterilerinizin ihtiyaçlarını nasıl analiz ediyorsunuz?
Müşterilerimiz bize bir konuyla gelirler. Yani ben bir ev ya da ofis istiyorum ama modern çizgilerde, günümüzün trendlerine uygun bir çalışma yapın diyorlar. Biz de görüşmeler sırasında, bildiklerinin farkında olmadıkları şeyleri çözmeye çalışıyoruz, kısmen bir sihirbazlık yapıyoruz. Tabii bu bir illüzyon anlamında değil, bilgi almak amaçlı. İnsanların gözlerini boyamak amacında değiliz. Müşterinin isteklerini bizim bildiklerimizle harmanlayarak, öncelikle fonksiyonel yani insan-eşya ilişkilerinin rahat kullanımını sağlayacak bir yapı öneriyoruz. Fabrika ya da ofis düzeyinde olduğu zaman ofis kimliğinin ne olması gerektiğini düşünüyoruz. Şu anda yaptığımız iki tane hastane projesi var mesela, sporcu sağlığı hastanesi bunlar. Tabii bunları yaparken hekimlerin görüşlerinden faydalanıyoruz. İhtiyaçlara göre bir konsept proje oluşturuyoruz, bu proje sadece ilk etaptaki fonksiyon şemasıdır. Tabii arkasından 3ds Max’ler, kurumsal kimlik oluşturma çabaları ve de üç boyutlu film diye bahsedebileceğimiz uygulamalarla, mekânın bitmiş halini insanlara sanal görsellikle gösterebiliyoruz. Sonra da uygulama aşamasına geçiyoruz. Biz proje + uygulama seklinde çalışan bir firma olduğumuz için çiçeğinden akustiğine, havalandırmasından ısıtma sistemine kadar birçok şeyi yapıp anahtar teslimi verebiliyoruz.
Bizim bünyemizde bir uygulama ekibimiz var. Bunun yanında biraz önce bahsettiğim gibi yakın disiplinlerle çalışmalarımız var. Havalandırma-iklimlendirme kısımlarında bizim bu saatten sonra deneme yanılma yapma lüksümüz yok. Alıştığımız ve bize bir anlamda mesleki partnerlik yapacak firmalarla çalışıyoruz.
Cephe Giydirme Sistemleriyle ilgili bilginiz var mıdır acaba?
Cephe giydirme sistemlerinde de çok önemli olan, çevreci özelliği olan sistemleri tercih ediyoruz. Türkiye’de ISO standartlarına uymayan markaların ürünlerini asla kullanmadık. Kullanılan malzemelerin arkasında mutlaka büyük bir firmanın olması gerekiyor. Bu firmaların geçmiş tecrübeleri ki, bunlar Alman firmaları oluyor genellikle, ekol gereği başka bir yakınlık da olabilir ancak Alman mallarını tercih ediyoruz. Uygulama konusunda bizim ülkemizde çok başarılı firmalar var. Dünya çapında belirli bir noktaya ulaşmış Türk firmaları da çoğunlukta, bizler bu konuda çok titiz davranıyoruz. Bizler kreatif tasarımlar yapmaya uğraşıyoruz, kişiye özel tasarımlar. Dolayısıyla bu vasıflara sahip olan kişilerle, kurumlarla çalışmamız gerekiyor.
Bence özellikle Türkiye’deki birçok mimari okuldan mezun olanların büyük bir çoğunluğunun yapmış oldukları cephe mimarlığıdır. Dünyada yapılmış diğer örneklerden de istifade ederek çok güzel cephe çalışmaları yapılıyor. Ama iç mekânlarda başarılı bir çalışma yapılamıyor. Bugün Amerika’dan başlayan platin tasarım adında bir çalışma tarzı var. Burada çekirdekten bütüne giden projeler oluşturulurken nedense bizde yakın disiplinlerle bir arada çalışmalar göz ardı ediliyor. Çalışanlar var tabii ki, onlara saygımız sonsuz ama iç mimarlarla, tasarımcılarla beraber çalışıldığında, proje aşamasından itibaren ulaşılamayacak bir hedef yoktur.
Sanatla iç içe olmak çok önemli; özellikle plastik sanatlar mekânların ruhunu oluşturabiliyor. Bu bakımdan her daim sanatın içinde olmak adına Görsel Sanatlar Vakfı’nda mütevelli heyet üyeliği de yapmaktayım. Plastik sanatçılarının oluşturduğu bir vakıftır bu. Bu vakıfta da bütün arkadaşlarımızla beraber sanat toplum için yapılmalıdır prensibini oluşturmaya çalışıyoruz. İtalyan ve Fransız ticaret odalarının üyesiyim, dolayısıyla yurt dışını da takip ediyorum; hem mesleki gelişmeleri hem fuarları hem de yeni malzemeleri. Akademisyen kimliğim de var; part time proje dersleri vererek öğrenci ve öğretmen diyaloğu içerisinde interaktif olarak bu bilgileri aktarmak bana başka bir keyif veriyor.
Sektörünüzde bugünlerde hangi trendi gözlemliyorsunuz? Pazarı domine eden trendler nelerdir?
Bizim mimari tarzımız modern klasizm tarzı. Ancak müşterinin istediği her türlü tarzı, her türlü trendi yapmak zorundayız, profesyonelliğin gereği de budur. Bir firmanın bir kurumsal kimliği vardır, bu kimliğin altında diğer işler de yapılabilir. Bizler başarılı bir proje tasarlayıcısı ve uygulayıcısıyız. Günümüzün değişen trendlerinde de, modern çizgilerin çok uca gitmeyecek, art-decolar, postmodern, Memphis, Bauhaus çizgileri vs. ve kısmen de olsa Osmanlı-Türk sentezlerini projelerimizde oluşturabiliyoruz.
Sektörün Türkiye’deki potansiyeli hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye’de öncelikle meslek gruplarının kendi mesleklerinin sahibi olması gerekiyor. Yani 4 yıllık bir üniversiteyi bitirdikten sonra pat diye iç mimar olamıyorsunuz. Olduğunuzu sandığınız noktada da piyasada karşılaşılan zorluklardan sonra durumun öyle kolay olmadığı anlaşılıyor. Çünkü acımasız bir dış piyasa var ve herkes her şeyi göze almış durumda. İyi malzeme kullanmayıp, iş ve işçi sağlığı tedbirlerini almayan firmaların verdiği fiyatlar, müşterinin gözünde ucuz olsun bizim olsun mantığı doğuruyor. Okuldan çıkan mimar ve iç mimarların mutlaka mesleki kurumlara, özellikle odalara kaydolması lazım. Profesyonel iş yapabilmek için, ofis açabilmek, ihalelere katılabilmek için bu odalara kayıtlarının olması gerekir.
Potansiyel, günümüzde ciddi anlamda azaldı. Müşteriler artık hazır konutlar alıyorlar. Çok uygun fiyatlara almış oldukları konutlarda, buzdolabından, mutfağından yatak odasına kadar, beton yığınlarının satılabilmesi için uzun vadelerde önemli kolaylıklar sağlıyorlar alıcıya. Meslektaşlarımız buralarda kısmen yer alabiliyorlar, belirli bir kısmı bu şirketlerde çalışıyor. Ama profesyonel iş anlamında, ofisimi kurayım, sanatsal tasarımlar yapayım, kreatif düşüncelere sahip olayım diyen genç kuşağın şansı artık pek yok. Yatırımcıların da, her şeyi kendi bünyelerinde toplayan profesyonellerle çalışma arzuları var. Gençlerin kendilerini yetiştirmeleri gerekiyor ki bu potansiyel içerisinde yerlerini alabilsinler.
Değişimi nerede görüyorsunuz, yakın, orta ve uzak gelecekten yana öngörüleriniz nelerdir?
Öncelikle çok ciddi bir değişim var. Elektroniğe geçilmiş olması, hızlı yaşam standartlarına geçilmiş olması, bir yerden bir yere çok hızlı araçlarla, hatta insansız araçlarla ulaşımın sağlanması, bunlar çok önemli kriterler. Bunların sonucu olarak Türkiye’deki ve dünyadaki değişim sanal zekâların oluşmasıyla beraber, maalesef birçok meslek grubuna ihtiyaç vardır. Bir bilgisayara artık milyonlarca proje yüklenebildiği için, müşterinin yaşam standardından istek ve arzularına kadar verileri girdiğinizde, insanın bir ayda yaptığını bir saatte yapmış oluyor; üstelik otuz tane alternatif proje tasarlayarak. Bu yapay zekâ projeleri dünyanın her yerinde birçok meslek grubunu öldürdüğü gibi mimariyi, mühendislik mesleklerini de öldürüyor, biliyorsunuz otomobillerin bile montajları robotlarla yapılırken bundan meslektaşlarımın etkilenmemesi mümkün değil.
Varsa, eklemek istedikleriniz ve sektöre mesajlarınız nedir?
Hem müşterilerin çalışacağı büroyu seçme hakkı var hem de büroların müşteriyi. Yani sizin müşteriniz üretiminde bir şekilde geri dönüşüm sağlayamıyorsa, direkt o üreticiyi cezalandırmak yerine bu tesisi kuran kişilerin de cezalandırılması gerekliliği var. Sektörün mutlaka profesyonelce çalışması gerektiğini düşünüyorum. Profesyonel çalışan kişilerin de belli bir bilince ulaşması için gerek odalar bazında gerek hükümet bazında yeterlilik sınavları yapılması lazım. Dünyanın birçok yerinde, Amerika’da, Avrupa’da her beş yılda bir yeterlilik sınavları vardır. Bu mesleğe sahip olan kişilerin belirli sürelerle yeterlilik testlerine tabi tutulması lazım. Projelerde ya da iş hayatında uygulamalarda yanlış yapan firmalar varsa, bunların meslekten men edilmesi lazım. Bu kadar çok mimara ve iç mimara proje verilemiyorsa, projeler Çin’de çizdirilip, Hindistan’da, Vietnam’da ya da Filistin’de yazılım yaptırılıp, bunlar kullanılıyorsa Türkiye’nin ciddi problemleri var demektir. Önümüzde bir rampa var ve sürekli vites küçültüyoruz, safraları atıyoruz belki, ki o rampayı rahat çıkabilelim. Bütün bunlar yapılmazsa birçok kurum veya kişi o rampayı çıkmayı başaramaz.
Meslek temsilcilerinin birtakım fuarlara katılması lazım. Ben Arch and Design’ın Bilim Kurulu’nun başındayım. Bu kurulun içerisinde çok sevdiğimiz meslektaşlarımız, mesleğin duayenleri olan profesörler, yardımcı doçentler, sektörün önemli noktalarındaki kişiler var. Sağ olsunlar benim mesleki ricalarımı kırmadılar ve bir bilim kurulu oluşturduk. Bu bilim kurulunun amacı da bir mesaj vermek, gerek sektöre gerek öğrenci olan ve bu konuda yetişecek olanlara yol gösterici olmaktır.
Sadece iç mimar ya da tasarımcı olmak yetmiyor. Meslekle alakalı birçok konuda bilgi sahibi olunması lazım ki bunları kendi işinize uygulayabilesiniz. Siz bir şekilde insanlara bir yaşam şekli veriyorsunuz, bu otel ya da hastahane ya da restoran olabiliyor ve diyorsunuz ki, sen burada yatıp kalkacaksın, burada yiyip içeceksin ama konseptin nedir? Örneğin bir Hint mutfağı restorantı yapacaksınız, bunun için farklı bir yemek kültürünü öğrenmeniz gerekecektir.